1 Şubat 2013 Cuma

Yol...


Yolda yürüyorum. Genelde kafasını dik tutan bir insanımdır, yani ileri bakarım. Arada bir, robot gibi olmamak için, yere, sağa sola da bakarım. Bakarım da neler görürüm? Mesele orada! Herkes bakar sağa sola filan. Bir sürü insan! Ne yapar bu insanlar? İş güç, eğlence, zaman geçirme gibi amaçlarla bir yerlere gidiyorlar. Peki ama bu insanlar neden hep bunları yapıyorlar. Yani neden hep aynı şeyleri düşünerek yaşıyorlar. Geçim derdi, gelecek derdi, geçmiş derdi… Saymakla bitmez.
Öldüğüm günü düşünürüm bazen.Dedim acaba öldüğümde benim de arkamdan ağlayanlar olacak mı? Sonra bunları düşününce aslında hayatta ne kadar yalnız olduğumuz aklıma geldi. Öldüğünüzü düşünsenize; öbür tarafta tek başınıza bir “ruh”sunuz.
Orada tek başınasın. “
İnsanların kendi doğumlarını, aldıkları ilk hediyeyi, ilk konuşmalarını hatırlamıyor oluşları aslında ne kadar acı.
Bu hayat bir yol sürüp gidiyor… Nereye mi? Tabi ki ölüme.

Labirent Hayatlar


Çıkmıyor hiçbir yol sonuna… Zaten bir müddet sonra unutuyorsun çıkışı bulmanın amaç olduğunu. Son’u bekleyerek geçer mi bir ömür? Sen onu bıraktığın an, hayat da senin elini bırakıveriyor. Amaçlar, senden beklenenler, görevler, zorunluluklar,inançlar, saplantılar, hurafeler, alışkanlıklar… Kendinin şoförü olduğun hayatını ne zaman sürmeye başlayacaksın? Seni bağımlı kılan ne? Ne zaman yeni doğan gün seni tekrar heyecanlandıracak?
Herkes gibi görünerek bambaşka biri olmaktır aslında mutluluk. Gürültü patırtı içinde sükunetle kendi yolundan gidebilmek. Kimsenin ulaşamayacağı saklı bir cennet yaratmak zihninde ve her yıkıntıda koşarak oraya sığınmaktır.
Labirent hayatlar sardı her yanımızı. Yaşanan her güne/haftaya/aya ufak ufak heyecanlar, sürprizler, yenilikler, hedefler, sevinçler, beklentiler eklemek gerek. Bunlara ulaşabilmek motive etmeli insanı, yaşamı daha değerli ve katlanabilir kılmalı. Atmak gerek gözlerimizi katarakt misali kaplayan miskinliği. Artık labirentin duvarları değil de, hızla ilerleyen zamanla köşe kapmacalar kaplamalı gözlerimizi. Bitsin artık şu “yarın olur, bir gün olur” lar. Olsa ne olur olmasa ne olur, hazır olanın tadını çıkarmayı öğrenmeli önce.
Evet, yavaş yavaş eriyor gözümde labirentin tüm duvarları ve önümde hiçbir engel kalmadan hevesle, sevinçle ilk adımımı atıyorum. Nedir sınırlarım, en son nereye kadar gidebilirim, keşfetmek istiyorum…

Kulak ile Dudak

Bir eşyamızı kaybettiğimizde nasıl da ararız yana yakıla. Düşünür dururuz, geçmişi hatırlamaya çalışırız, konsantre oluruz, hatırlamaya çalışırız. Aramalarımız sonuç vermez ise ne kadar üzülürüz, maddi değeri oranında içimiz yanar, manevi değerler maddi değerlerden daha yüksektir çoğu zaman. Kaybedilen eşyaya üzüldüğümüz kadar, kaybediyor olduğumuz yaşamlarımıza üzülüyor muyuz?


Yaşınız kaç olursa olsun kaybediyorsunuz… Bu satırları okurken bile an be an kaybediyorsunuz. Zaman hızla akıp gidiyor değil mi? Geri gelmemek üzere elveda bile demeden, keskin giyotinlerin altında çembere konmuş başlar gibi bekliyoruz… Ve geçmişe bakıyoruz, iki üç saniye sonrasının endişesinde geçmişimize ağlıyoruz. 

ve yaşayamaz olsaydık beynimizin sağ üst lobunun santra noktasında. Topu bilinçli olarak kornere atabilseydik, zaman kazanmak babında. Kırmızı kartla dışarı atsalardı bizi de geçmiş zaman maçlarında penaltı kurtarmalıyım diye olduğumuz yerde donup kalmasaydık. Ele güne madara olmasaydık…

Yaşadığımız her saniyenin bilmem kaçta kaçını ayırmasaydık geçmişe ve keşkelere. Enerjimizin en milimetrik pılını pırtısını bile koyabilseydik bugüne… Bugün çok güzel, bugün çok verimli, bugün… bugün var ya bugün… Kimilerinin umurunda değil, vur patlasın çal oynasın… Kimileri şimdiki zamana o kadar geçmiş durumda ki, koparamazsınız gelecekten geçmişe durul durul işleyen matkap acısı tadında, üzerine mayonez yerine hıçkırıklarımızı mı koyduk yoksa…,

Gel güzelim geçmiş ile uğraşmayalım, bakalım şimdiki halimize, ne kadar yansak da geçmişe, aradığımızı bulamayız, kaybettik bir kere. Belki bilinçli, belki yanlışlıkla ama yine de kayıp eşyalar bürosunun yılda bir kere yaptığı açık artırmaya gitmeye değmez mi diyorsun şimdi değil mi? Değmez değmez elbette, son sözümüzü söyledik nasıl olsa. Tarihin kayıtlarına geçti altın harflerle. Yıllar sonra gezegenler arası kapsül yolculuklarında radyo programlarına konu olacaksınız nasıl olsa. Tarihteki bir kişi olacaksınız. Geçmişine en çok pişman olmuş şahsiyet olarak…

Keşkeler ile keşke yaşamasaydık. Keşke öğretmeselerdi bize keşke demenin ne olduğunu. Düşünmeyebilseydik geçmişi, karşılaştırmalı dilbilgisi derslerimizden sınıfta kalsaydık ta, geçmiş zaman kavramını anlayamaz bir başka hissediyorum nedense…

Pamuk ipliğine kaynaklı halatlar koptu sanki geçmiş ile aramdaki… Güle güle.. Ya da boynum mu tutuldu demeliyim, çevirip bakamıyorum arkama artık. Önüme de bakmayacağım, kafamı eğmeyeceğim, eğilmiyor zaten, boynum tutuldu dedim ya… Dümdüz bakıyorum artık, robot misali değil ama, dümdüz, ileriye, bugünün iki adım ilerisine… Adım adım görüş mesafemiz de artacak, kalkacak o sisli, puslu karamsar bulutlar, geçmişin kokusu geçemeyecek önümüze, korkusu mu deseydik yoksa? Önüm arkam sağım solum sobe, arkamdakilerin hepsi ebe…

Donuk bakışlar ile yıllardan beri aynı çatı altında çalıştığımız birisi yanınızdan geçtiğinde ona karşı yapmacık ta olsa küçücük bir gülümsemeniz ne kadar zor gelecektir ilk başlarda. Hele onun da size aynı yapmacık haliyle gülücük atması… Bugün herkesin yüzüne gözüne bakmalı ve gülümsemeliyim. Konuşmaya takatiniz kalmamış olsa da fırçalanmamış dişlerimi gösterebilirim herhalde… 

Üşüyorum, hem de çok üşüyorum… O kadar fazla sıkmışız ki kendimizi. O kadar fazla kasmışız, kasılmışız ki… Etlerimiz, kemiklerimiz hepsi birbirine geçmiş halde üşüyorlar. Tir tir titriyorlar, sıcacık bir el bekliyorlar, ayağa kaldırmak için büzüştüğü yerden. Ya da sıcacık bir ses, boyun tutulmamızı güzelce ovalayabilecek bir ses bekliyorlar. İster en yakınımızdan olsun, ister ruhumuzun derinliklerinde en çetin komando savaşlarını vermekten yorulmuş küçücük savunmasız içimizdeki bizden…

Kolay değil elbet, insan en mutlu zamanlarında, en huzurlu zamanlarında bırakmak ister kendini. İçindeki kafesleri azıcık olsun açmaya, aralamaya çalışır, oradan artık ne çıkarsa, kiminden çağlayanlar gibi gözyaşı boşalır, kiminkinden yedi kat gökleri sızlatan kahkaha… Ben nerden bilebilirim ki senden ne çıkacağını? Daha önce yaşamadın mı? Aralayamadın mı? Hep içinde biriktiriyorsun sen de benim gibi demek… Çok kötü. Çok zor gerçekten… Bir an evvel kan vermen lazım, kanını canını vermen lazım, araman, bulman lazım, kimin ile kanamalı birliktelikler yaşayacaksın? Kanka demiyorum yanlış anlama, kanma ama sakın kanamalı gözyaşlarına, timsah göremedim şimdiye kadar ama timsah gözyaşları denen şeyi çok kez duydu bu kulaklar…. Kulakların gıdası nedir?

Kulaklar dudaklardan çıkan iki çift güzel söze mi muhtaç? Kulak ile dudak… Dünyanın en büyük aşkı bu olsa gerek…

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Bu haftanın konusu olan anime karakteri : Kurosaki İchigo





Evet konuya başlıyorum. Kendisi benim en çok sevdiğim animelerin arasında olan Bleach'in ana karakteri Kurosaki İchigo. Kendisi yarı Hollow olan bu arkadaşımız 15 yaşında, sürekli kaşları çatık ve somurtkan duran bir öğrencidir. Bununla beraber, göründüğünden çok daha iyi kalpli ve zekidir. Ichigo’nun saç rengi doğal turuncudur ve bu gerçeğe sinirlenen üst sınıf öğrencileri devamlı Ichigo’ya sataşır. Ichigo, diğerlerinin ne düşündüklerini önemsemediğini iddia eder ve hatta bu kabadayılarla dövüşmenin onu eğlendirdiği görülür. Bu özellikleri benim hoşuma gidiyor. Saçlarının doğal ve ilgi çekici bir turuncu olması ayrı bir güzel bence. Ichigo yetenekli bir öğrencidir, okulda 322 kişi arasında 23. sıradadır. Ichigo, evde yapacak başka bir iş olmadığı için düzenli olarak ders çalışır ve okul ödevlerini boşlamaz. Sonradan ortaya çıkar ki; Ichigo, saç rengi ve tavırları nedeniyle çıkan kavgalar yüzünden çoğu öğretmeninin onu yanlış anlamasını istemediği için çok çalışmaktadır. :D komik bir durum bunu ilk farkettiğimde tebessüm etmiştim. Ichigo’nun ruhları görmek gibi doğal olmayan bir yeteneği vardır. Bu uçsuz bucaksız tinsel gücün kilidi Rukia Kuchiki ile karşılaşmasıyla açılmıştır. Yeni edindiği bu gücü kontrol edemeyişi nedeniyle yakın arkadaşlarının çoğu Ichigo’nun enerjisine maruz kalmış ve ruhani varlıkları fark etmeye başlamışlardır. Bazıları da kendilerine özgü güçler geliştirmişlerdir.
Ichigo, babası Isshin Kurosaki ve iki kız kardeşi Yuzu ve Karin ile yaşamaktadır. Babası evlerinde küçük bir tıbbi klinik işletmektedir bütün aileyi kendi işinde kullanmaktadır. Ichigo’nun babası, kaba saldırılarla oğluna devamlı meydan okuyan ve yemeğe geç kaldığı için azarlayan, komik ve ahmak bir karakter olarak çizilmiştir. Karin de hayaletleri daha az bir seviyede görebilmektedir ve kardeşleri babasına göre çok daha normaldirler.
Ichigo çikolatayı ve baharatlı yiyecekleri sever. En sevdiği ünlüler Al Pacino ve Mike Ness ve en çok takdir ettiği insan da William Shakespeare’dir. Çıplak veya açık saçık giyinmiş insanların etrafında rahatsız olur.


Adı eşsesli kanji ile yazıldığında, ichi (Japonca) ve go (Japonca) şeklinde ayrılır ve 1 ve 5 veya 15 anlamına gelir. Bu iki rakamın seride sık sık görülmesinin nedeni budur. Ichigo (イチゴ) kelimesi bitişik yazıldığında Japonca “çilek” anlamına gelir ve normalde sadece kızlarda isim olarak kullanılır; kapının koruyucusu Jidanbō, Ichigo’yla bu gerçek yüzünden alay edince, Ichigo gururla adının “bir” anlamına gelen ichi (Japonca) ve “koruma” anlamına gelen go (Japonca) kelimelerinden oluştuğunu söyler. Ichigo’nun babası bir defasında ona, adının “koruyan” anlamına geldiğini söylemiştir.
                                                     Geçmişi
Ichigo’nun annesi Masaki Kurosaki, karate öğrenmesi için 4 yaşındayken Ichigo’yu dōjōya götürmeye başlamıştı. Orada Tatsuki Arisawa ile karşılaşmıştı ve ilk birkaç dövüşünde ona yenilmişti. Ne zaman yenilse ağlamaya başlayan Ichigo, derinden bağlı olduğu annesini görür görmez ağlamayı keserdi. Tatsuki, Ichigo’yu annesi etrafta iken mutlu olan ve gülümseyen, zayıf bir çocuk olarak tasvir etmiştir.
Ichigo 9 yaşındayken Masaki, hollow Grand Fisher tarafından öldürülmüştü fakat Ichigo gerçek nedenini ancak Bleach’in ana hikâye çizgisinin başlarında öğrenir. Annesinin ölümünden sonra Ichigo çok üzülür ve annesinin öldürüldüğü sahilde günlerce dolanır. Tüm Kurosaki ailesi Masaki’nin ölümünden sonra dönüşüm geçirir – Yuzu kendini ev işlerini üstlenirken Karin katılaşır ve bir daha hiç ağlamaz. Grand Fisher’ı öğrenmeden önce Ichigo annesinin ölümünden kendini sorumlu tutuyordu, suya çok yaklaştığı ve annesinin de onu korumak için kendisini tehlikeye atmasından dolayı suçlu hissediyordu. Gerçeği öğrendikten sonra bile Masaki’nin ölümü Ichigo’yu etkilemeye devam eder, ona yakın olan insanları koruyamadığı için kendini suçlu hissetmektedir. Bu suçluluk duygusundan dolayı Ichigo, sevdiklerini korumak için daha fazla güç elde etmeye karar verir.
Ana hikâye çizgisinden üç yıl önce Orihime Inoue’nin abisi Sora, bir trafik kazası neticesinde aldığı ağır yaralar yüzünden Kurosaki Kliniği’nde ölmüştü. Ichigo Orihime’yi abisi için ağlarken izlemişti fakat kısa bir zaman öncesine kadar gördüğü ağlayan kızın Orihime olduğunu bilmemekteydi.
Ortaokuldayken Ichigo, bir dövüşte zor durumdayken kendisine yardım eden, Maşiba Ortaokulu’ndan Yasutora Sado ile karşılaştı. Ichigo onu, göğsündeki isim kartını Chad şeklinde okuduğu için, öyle çağırmaya başlar – Sado veya Chado olarak her iki şekilde de okunabilir – ve Yasutaro onu düzelttikten sonra bile bu şekilde çağırmaya devam eder. Chad çok güçlü olmasına rağmen, çocukken dedesine verdiği sözden dolayı dövüşmeyi reddettiği için genellikle hedef tahtası konumundadır. Bunu keşfettikten sonra Ichigo, Chad ile bir anlaşma yapar ve birbirleri için dövüşmeye karar verirler, birisi hayatını bir şey için tehlikeye atıyorsa diğeri de onun için kendi hayatını tehlikeye atacaktır. İchigo seviyoruzz senii :)

Güçleri 

Herhangi bir resmi şinigami rütbesi taşımamasına rağmen Ichigo’nun kabiliyetleri, seçkin bir şinigami kaptanının seviyesinde dövüşebilecek kadar büyüktür. Aizen ve Urahara'ya göre Ichigo’nun en şaşırtıcı yeteneği onun gelişme hızıdır: gelişmiş tekniklerin temel kontrolünü kavramak bir başkası için haftalar veya aylar alabilecekken onun için sadece günler alır. Örneğin, zanpakutōsunun son salım(Japonca: 卍解 bankai)ını, Urahara’nın icat ettiği özel bir yöntemin yardımıyla üç günde öğrendi. Normal bir şinigami için için aynı oranda başarı, yüzlerce yıllık dövüş deneyimi ve ilave özel eğitim için en az on yıl gerektirir. Ayrıca, Yoruichi’den eğitim alırken Flash Adım'da(Shunpo)ustalaşır.

Ichigo, ruh formunda değilken bile fiziksel olarak en üst yapıdadır. Küçük bir çocuk olduğundan beri dövüş sanatlarında eğitilmekteydi (hem profesyonel olarak hem de babasının ani hamleleri ve sürpriz saldırıları sayesinde). Düzenli olarak kabadayılar ve gansterlerle savaşır ve tüm Japonya’nın ikinci en güçlü liseli kızı olan Tatsuki’den bile daha iyi bir dövüşçüdür.

Shinigami güçleri 

Shinigami vücudunda iken, zaten etkileyici olan gücü daha da artar. Dev kılıcını tek eliyle kolayca kullanabilir, birkaç bina katı sıçrayabilir ve bir keresinde hızlı bir ardıllıkla, zanpakutōlarının salımı yapılmış üç shinigami yardımcı kaptanını yenmiştir. Arrancar Ulquiorra; Ichigo’nun, gücünün doruğundayken kendi gücünden bile daha üstün seviyede olduğunu fakat Ichigo, içindeki hollowla çatışmaya başlayınca gücünün vahşice dalgalanmaya, düzensizleşmeye başladığını iddia eder. Çünkü Ichigo’da vücudunun taşıyabileceğinden çok daha fazla ruhsal enerji vardır ve sürekli olarak dışarı sızmaktadır. Bu durum, ruhsal alemin farkında olan diğer varlıklara gizlice yaklaşmayı imkânsız hale getirir çünkü sızıntı kendi ruhsal gücünü gizlemesini engeller.

Dövüş stili bakımından, Ichigo çoğunlukla zanpakutōsuna ve anlık adımlarının kullanımına güvenmektedir, bu açıdan kılıç uzmanı olarak düşünülebilir. Ichigo’ya hiçbir zaman resmen kidō öğretilmemiştir.
Çoğu kaptan ve yardımcı kaptan gücündeki shinigaminin aksine Ichigo, hem insan hem de ruh dünyasında tüm gücüyle savaşabilmektedir. Kaptanlar ve yardımcı kaptanların güçleri, yaşayanlar üzerinde gereksiz etkileri olmasın diye gerçek dünyaya giderlerken güçleri 5 kat azaltılır. Ichigo, 13 Gotei’de her hangi bir pozisyona sahip olmadığı için böyle bir güç sınırı yoktur.

Hollow güçleri 

Ichigo’nun ruhsal güçleri sadece shinigami yetenekleri ile sınırlı değildir; Urahara’dan aldığı eğitimin sonucu olarak hollow güçleri de taşımaktadır. Ichigo, shinigami güçlerini iyileştirmeye çalışırken ruh zincirinin çürümesiyle hollowa dönüşmeye başlar. Shinigami güçlerini uyandırmayı başarır fakat içinde, dönüşümden kalan hollow ruhunu da yitirmez. 220. bölümün başlık sayfasına Ichigo’nun adının ayna görüntüsü ile hollow resmi çizilmiştir.

Ichigo’nun hollow ruhu, hollowa dönüşen insanlardaki bir ortak nokta olduğu üzere, Ichigo’nun kendisinin oldukça şeytani bir versiyonudur. Ruh kendi üstünlüğünden emindir ve ne zaman fırsat bulsa Ichigo’nun beceriksizliği ile didaktik bir modda alay eder. Bir gün Ichigo’nun gücünün kontrolünü ele geçirme düşüncesinden çok zevk alır. Hollowlar arasındaki diğer bir ortak özellik olarak, rakiplerinin yüzlerine onların zayıflıklarını vurmaya bayılır. Sadisttir ve öldürdükten sonra büyük bir haz duyar, hem anime uyarlamasında hem de video oyunlarında kaçık gibi gülmeye yatkındır. En ayırt edilir özelliği yüzünde hiç düşmeyen psikotik, kana susamış gülüşüdür. Ichigo’nun aksine, hollow, Ichigo’nun önemli derecede arttmış olan gücünün ve hızının yanı sıra berserker vari bir dövüş stili kullanır. Ayrıca hollow Ichigo’nun vücudundaki yaraları görmezden gelerek dayanabilir.
Dizinin farklı noktalarında Ichigo’nun hollow güçleri, farklı yollarla kendilerini gösterir. Başlangıçta Ichigo’nun hollow maskesi ölümcül darbeleri engellemek için Ichigo’nun vücudunda beliriyordu fakat dövüş sonlanana kadar Ichigo bunun farkına varmıyordu. Byakuya Kuchiki ile olan savaşı esnasında, ölümün eşiğinde iken maske yüznde göründü ve Ichigo onu bastırana kadar hollow kontrolü ele aldı. Aynı olay daha sonra da birkaç kez tekrarlanıyor. İçindeki hollowu bastırmaya çalışırken Ichigo, konsatrasyonunu dövüşmekten ziyade hollowu bastırmaya odakladığı için, etkisel olarak felç oluyor.
Vizarddan eğitim alırken kısa bir süreliğine Ichigo’nun ruhu iç hollowu tarafından, vücudunun da fiziksel olarak hollowa dönüşmesine sebep olarak, tamamen ele geçirilir. Neredeyse tamamlanmış hollowu kocaman insanımsı bir kertenkeleye benzer. Bu formda iken Ichigo, anında yenilenme, uzuvların artması ve parmaklarından cero patlamalarını ateşleme yeteneği gibi birkaç yüksek seviye kabiliyet sergiler. Bununla beraber, Ichigo’nun, hollow kabuğundan, yüzünde maskesi ile shinigami kimliğinde ortaya çıkması uzun sürmez.
Vizard ile eğitiminden ve içindeki hollowa boyun eğdirdikten, zaptettikten sonra Ichigo, kişiliğini yitirmeden, bir seferde on bir saniye hollow maskesini kullanabilir hale gelir. Zaman sınırı aşıldıktan sonra maske kırılır ve Ichigo maskenin faydalarını kaybeder. Maskeyi kullanmak için müteakip teşebbüsleri anlık fayda sağlar. Maskeyi takarken Ichigo’nun hollow güçleri kendi shinigami güçleriyle harmanlanarak hem gücünü hem de hızını büyük miktarda arttırır.
Hueco Mundo'da Ichigo'nun Grimmjow'la yaptığı dövüşte de, maske kullanma süresinin bir hayli arttığı görülmektedir.
Kurosaki İchigo <3

11 Mayıs 2012 Cuma

Geçmiş Ola!


Yine aynı ritimde kalp atışları. Yine aynı geceler, yine aynı sabahlar… Ama yine her baharın gelişinde, baharın ayak seslerini hissederken duyduğu yine aynı heyecan, umut falan filan…
Bu sabah yine bir avuç suyla açmaya çalışırken uykusunu, atmaya çalışırken bahar yorgunluğunu birden şunu sordu kendine: “İnsan her şeye umut bağlar da, her şeyden umutlu olur da, geçmişine umut besleyebilir mi?”  Türlü türlü düşünceler geçti aklından havluyla öylesine kurularken yüzünü. “Saçmalama” diye mırıldandı odasına doğru yönelirken. “İnsan geçmişe özlem duyar da; geçmişe, olmuşa, bitmişe nasıl umut bağlar?” diye geçirdi içinden her sabah uğradığı pastaneden çıkarken.
Yolunu uzattı. Her gün bindiği duraktan değil de bir sonraki duraktan binmek istedi  otobüse. Kafasına takılmıştı bir kere. Kendi kendine mırıldanmaya devam etti: “Hem ne umut edebilirsin ki geçmişten? Ne değişmiştir şimdiki zamana kadar ya da ne değişecektir gelecek olana kadar? Değişmeyen şeyler nedir aslında? Yalanlar, kırgınlıklar, terk edişler, pişmanlıklar, aldanmalar, aldatmacalar, vazgeçişler…
Sen şimdi geçmişte birini çok sevdin diye, mevsim bahar diye, titrer gönlünün yayları diye, aşkından divane oldun diye yine çok sevebilir misin birini? Kilit üstüne kilit vurduğun yüreğini açabilir misin yeniden birine? Her bahar giydiğin çiçekli elbiseyi giymek zorunda mısın yine? Baharın cıvıltısı uğramamışken yüzüne, yüreğine… Geçmeyen yaraların var senin, iyileşmeyen anıların. Geçmişle hesabın var kapanmayan. Sen en iyisi giy yine çiçekli elbiseni. Bir pembe ruj alır yüzündeki kırılgan sarılığı. Yani sür işte bahara karşı savaş boyalarını, uyandırma uyuyan yılanı.
Hoş geldin de içinde açan “yalancı bahara” diye diye biraz da nefes nefese vardı durağa. “Çok geçmeden geldi otobüs. Çiçekli elbisesiyle karıştı kalabalığın içine.

Naruto Shippuden: Ultimate Ninja Storm Generations



Naruto serisi Playstation 3 ve Xbox 360'ta yoluna devam ediyor. Genç ve yetişkin Naruto'ların bir arada bulunacağı bu oyunda C, Darui, Raikage, Haku ve Zabuza Momoichi gibi karakterlerle de karşılaşacağız.

Allods Online

oyun muhteşemm ,ben böyle grafik görmedim ama çok ama çok zor kasılıyor . kendi türünün oyunlarındaki en zor kasılan oyun bu ,ama grafiklere aşık olursunsunuz söyleyeyim ,paran varsa biraz daha rahat taşırsınız seviyenizi yukarı ama benim acelem yok diyorsanız grafiklerin tadını çıkartın derim ben :)

24 Mart 2012 Cumartesi

Ağlayan Oyuncağım

Akşam olunca kızıla benziyo evlerin çatıları,
Ağaçlar yeşil bir efsane gibi
Suya düşüyo yapraklar,
Biraz ilerden küçük bir kız çocuğu geçiyo
Elinde oyuncağı var ağlıyo,
Hıçkıra hıçkıra
Yaprakların üzerine,
Damla damla kan düşüyo
Rüzgarla birlikte savruluyo
Uzaklaşıp el sallıyo küçük kız gülümseyerek!
Oyuncağı hiç susmadan ağlıyo
Peşinden koşup yetişmeye çalışıyorum
Ama çok geç !
Yerde bir bez parçası buluyorum,
Üzerinde şöyle yazıyo:
Oyuncağını ben çaldım,
Onu artık arama...



Ay Hep Geceye Düşer

Kimi seversen sev hep hatırlatır geçmişi,
Unutmaksa kolay değildir hayatın heryerinde
Ama seversin yinede hiç düşünmeden kelebeği
Karşılıksız Seversin..Yarın öleceğini bile bile..
Yaşamayı yeniden öğrenirsin bir çok kez,
Sustuklarınsa konuştuklarından hep çoktur.
Her kalbin bir yerinde kalır bir enkaz,
Çok sevdim diyen bile birgün aslında yoktur.
Bazen yalanlara inanmaktır hayatın gerçeği,
Koşmaktır yorulacağını bilsende..
Ama unutmamalı insan herşeye rağmen gülmeyi;
Acımasızca bir gün ölüp bir gün dirilsende..
Hayat yine devam eder nefes almadan,
Korkmadan yaşıyorum dersen eğer..
Bazende gitmek gerekir hava aydınlanmadan,
Bilirsin Ay hep geceye düşer..


MuM IşığI

neFesimi TuTuyorum
oTuruP saaTLerce
mumDaKi aLevi seyreDiyorum
neFesimLe ateş titriyor
kaLbin heyecanı gibi
mum sönmemeLi
neFesimi TuTuyorum
ve yine bi anDa hayaLLere DaLıyorum
ne kaDar zaman geçti biLmiyorum
ateş haLa yanıyor
mum sönmemeLi
hayaL kurarken mum yanmaLı
onu görmeLi
sıcakLığını hissetmeLiyim 
oDam mum ışığınDa
daha güzeL
herşey Daha güseL
çirkinLikLeri
görmüyorum mum
yanarKen
mum sönmeLi
eLektriK yanmamaLı
ve ben
çirkinLikLeri
görmiyim azCık oLsada
gözyaşLarım TüKenDi
sanDığm an aTeşim sönDü..



Gece Nağmeleri

Gece yazılır en içli şarkılar 
Gece yapılır en samimi tövbeler 
Gece ıslatılır seccadeler 
Gece kabul görür yakarışlar 
Gece varılır ulu huzura 

Savaştır gece orduları olmayan 
Kendi kavgamız gece 
Kendi sevdamız gece 
Kendi özlemimiz gece 
Kendi mazimiz 
Kendi geleceğimiz 

Bir çığlık 
Bir çılgınlık 
Bir karanlık 
Gülün adı 
Bülbülün kanı gece 

Semaya yazılan 
Alna kazılan gece 
Kulağa fısıldanan sır 
Bir yar omuzuna yaslanılan.... 
Gülün koynunda yaralı koku 
Bülbülün hazin sesi 

Eylül aşkları 
Hazan yaprakları 
Dudaklardaki fısıltı 
Sevdalıların yanılgısı 
Yare yazılan süslü name 
Yardan gelen name 
Umutsuz baş eğiş 

Harfler adedince acı 
Bir kalem 
Bir kağıt gece 
Duaya varış gece 
Tövbelere dalış gece 

Gönüllerde ses 
Ruhlarda tatlı esinti 
Gece benim 
Ben gece.....  

16 Mart 2012 Cuma

Parça kalp

Bu ruthubet beni mahveder soğuk iliklerime kadar işledi

Insanların sevgiden yoksun merhametsizlikleri

Sökülüp atılmış yedek parça kalpleri

hehee


Yalnız kalmışım yine ,
Beynimi sürekli meşgul eden , 
Beni yalnızlığa iten düşünceler var sadece yanımda ..
Gidiyorum nereye gittiğimi bile bilmeden ,
Gözlerimde yaşlar ..
Karşımda çıkmaz bir sokak !
Sonu olmayan karanlık bir yer …
Aydınlık olsan da insanı karanlığa iten..
Bakıyorum etrafıma ;
Göremiyorum hiç kimseyi , hiçbir şeyi !
Bana görünen sadece karanlık
Ardıma dönüp bakamıyorum …
Bulamıyorum hiçbir yeri 
Zaten benim dünüm var zehir gibi . .
Neye ne çare arıyorum ki ben ?!
Kalıyorum o köşede , çöküyorum . .
Yorgunum , çok yol aldım bu sokakta .
Ağlıyorum çaresizce . . .
Kurtaranım olur mu acaba ,
Çıkaran olur mu beni de aydınlığa ?
Hiç sanmıyorum ! . .
Beni yalnızlığa iten , karanlığa iten kişiler
Beni neden çıkarsınlar o karanlıktan ?!!
Yalnız kalmışım , ağlıyorum . .
Bu karanlıkta çürümeye yüz tutuyorum . . .

-_+

Gitarların ağlayışını duydun mu hiç?
Ama nerden duyacaksın ki...
Onlar senin için sadece bir eşya...
Ama değiller...
Hiç bir zaman olmadılar.
Metal dinler misin?
Cevabın "hayır" galiba...
Tamam dinleme, sana zorla dinleten yok
Ama sana bir şeylerden bahsedeceğim...
Bazı gruplar vardır, mistik olayları anlatır.
Bazıları ölen sevgiliyi, bazısı ise atalarını.
Ama sen ve etrafındaki çoğu insan onları hep aynı şekilde değerlendirdin.
"Satanist", "Eroinman" vs.
Nereden biliyorsun?
Hiç aralarına katıldın mı?
Ya da zahmete girip araştırdın mı?
Ordan oturduğun yerden ahkam kesmek kolay.
Tamam sert müzik yapıyorlar...
Evet, bazı kötü örnekleri var...
Ama nereden biliyorsun hepsinin aynı olduğunu?
Bir olay anlatacağım sana;
"Grup konserdedir.Sert bir şarkı.
Her şey sert.
Brutal vokaller.
Eski sevgiliye olan kin.
Bağırış, çağırış...
Ama bir an gelir hepsi susar.
Herkes geri çekilir, meydan bassiste kalır.
Bassist başını öne eğer,
Saçları yüzünün görünmesini engeller.
Sonra solosuna başlar.
Solosuna girerken gözünden bir damla yaş akar.
Sonra bir damla daha...
Ve devam eder...Bassist ağlar...
Bassist ağladıkça elindeki gitara daha da içten odaklanır...
Ve gitarıda ağlamaya başlar...
İkiside ağlar, ağlar, ağlar...
Onları anlayanlar da fena olur,
Bazıları gözyaşlarıyla eşlik eder..."
Şu satırları yazarken ben de ağlarım.
Soruyorum sana;
Ben o ağlayan bassistim,
Ya da seyircilerden biriyim,
Hatta o ağlayan bass gitarım...
Ne diyorsun bana;
"Satanist" mi, "Ağlama" mı?