11 Mayıs 2012 Cuma

Geçmiş Ola!


Yine aynı ritimde kalp atışları. Yine aynı geceler, yine aynı sabahlar… Ama yine her baharın gelişinde, baharın ayak seslerini hissederken duyduğu yine aynı heyecan, umut falan filan…
Bu sabah yine bir avuç suyla açmaya çalışırken uykusunu, atmaya çalışırken bahar yorgunluğunu birden şunu sordu kendine: “İnsan her şeye umut bağlar da, her şeyden umutlu olur da, geçmişine umut besleyebilir mi?”  Türlü türlü düşünceler geçti aklından havluyla öylesine kurularken yüzünü. “Saçmalama” diye mırıldandı odasına doğru yönelirken. “İnsan geçmişe özlem duyar da; geçmişe, olmuşa, bitmişe nasıl umut bağlar?” diye geçirdi içinden her sabah uğradığı pastaneden çıkarken.
Yolunu uzattı. Her gün bindiği duraktan değil de bir sonraki duraktan binmek istedi  otobüse. Kafasına takılmıştı bir kere. Kendi kendine mırıldanmaya devam etti: “Hem ne umut edebilirsin ki geçmişten? Ne değişmiştir şimdiki zamana kadar ya da ne değişecektir gelecek olana kadar? Değişmeyen şeyler nedir aslında? Yalanlar, kırgınlıklar, terk edişler, pişmanlıklar, aldanmalar, aldatmacalar, vazgeçişler…
Sen şimdi geçmişte birini çok sevdin diye, mevsim bahar diye, titrer gönlünün yayları diye, aşkından divane oldun diye yine çok sevebilir misin birini? Kilit üstüne kilit vurduğun yüreğini açabilir misin yeniden birine? Her bahar giydiğin çiçekli elbiseyi giymek zorunda mısın yine? Baharın cıvıltısı uğramamışken yüzüne, yüreğine… Geçmeyen yaraların var senin, iyileşmeyen anıların. Geçmişle hesabın var kapanmayan. Sen en iyisi giy yine çiçekli elbiseni. Bir pembe ruj alır yüzündeki kırılgan sarılığı. Yani sür işte bahara karşı savaş boyalarını, uyandırma uyuyan yılanı.
Hoş geldin de içinde açan “yalancı bahara” diye diye biraz da nefes nefese vardı durağa. “Çok geçmeden geldi otobüs. Çiçekli elbisesiyle karıştı kalabalığın içine.

1 yorum: